30 Nisan 2011 Cumartesi

Mutluluk keramesinde
Bir naif aşka esir
Tutsağınım senin
gözlerinin.
Yoksun kederden
ve ilelebet parlayacak
yıldızlara benzer,
Çehresi ay ışığından ak
ve bakışları
çakmak
çakmak.
Ellerimin tersinde yazan
tek kelime hakikat.
Adının mısraları
doldurur hayatımı.
Bereketli enginlere benzer
seninle taşarım
ve kendi bedenimden
edip feragat
seninkinde yaşarım.
Yokla ellerinle
narin göğüs kafesini
hemen altında
çarpan yürek
benimdir
ve bende senin
aşkına esir.
Dağlar
ve engin denizler
benimdir;
hep bizim.
Benim için boşalır bu şehirler
benim için dolar tepeleme;
hep bizim için.
Ben tutarım hesabını
yaslı doğan şafakların.
Bir ben
tek başına
vakur ve
emin yerlerinde
durmakta,
yıkanırım ay ışığı altında.
Biz sakin
biz suskun
biz iki sırdaş
biz yabancı hatta
yan yana
koyun koyuna.
Bizden azade
İçimde bir ben varken.
Yalın ve sade
Ruhumun denizinde,
Sevmek
kederden büyük
ve sevmek
dağlardan öte.
Bir rahmin sıcaklığında
Sevgilinin parmak uçlarında
sevmek hayatı
tüm hatalarıyla
Bulup yitirdiğin
kör kuyular dolusu
yalanlarla.
Bir dilek ağacı gibi
salkım saçak
geline benzer
sevmek
tutarken elleri.
Göz yaşlarının
saten yumuşaklığında
duvar cilası
olduğu yerlerde sevmek;
bir kalbi
kendinden çok,
kendinden öte.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Tek tek sevdim
hayal denizin öte kıyısına
sürükleyen dalgaları.
Bekledikçe artan
huzurlu anları
Ve uçurumun kıyısında
ayazın yamacında
histerik duruşlarda
taşınanları.
İlk kezmiş gibi
belledim aklımda
Ve öyle düşünürek
sevdim seni.
Seslerdi
tek tek sevdiğim
Uzaktan gelenler
Hissisliğimde
peşim sıra sürüklenenler
aklıma emanettiler.
Aklım selim
aklım,
tüm var oluşu
anlayışı
kavramazlığı
ve haykırışıyla
senindir.
Haykırış matahtı
dirayetsiz
ve pek bir narin kala kaldı.
Yalnız ovaları
bekleyen karbon kayaçları
üzerine titreyen
sevgisini
ve kahrnını
mutlulukla
çekincesiz
bir ferahlıkla
emeğe çeviren
eller kadar
heykeltraş misali
Kendi kabrini de oydu
kendi tahtını da
beklemekteyken
son saltanat için çıktığı
musalla taşında.
Yakmaz olur ateş
közü kalır geride
Zindan olur
bulut olur yer yer
varamaz bir türlü
çepeçevre güneşe.
Ölmez olur sözler
bir zaman gelince.
Vakit bol
vakit ağır olur
sessizliğin yamacında
sarkaç beşe vurur.
Sarkaçtan kork
pek kadimdir lanet.
taşıyanlar korkuyla
taşıyanlar tanrıya
varır bir gün elbet.
Dünyada son kalan
adanamaz gerçeğe
Emaneti kutsal olan
yaranamaz gün gelince.
Gözlerimi diktiğim vakit
bahtsız bulutlara
çöküp gidiyor kar taneleri
Parçalanan bir hüzme ışık
ucu kuruyan bir nehir gibi
Toprağın sessizliğine yitiyor.
Gözlerimi diktiğim vakit
bahtsız bulutlara
Kaçışıyor kar taneleri
Sanki her şey bana inat.
Varamadığım bir yerlerde
Özlemle andığım
Bir hayat sürüyor.
Gitmek hissindeyim
böyle bir odadan, diğerine.
Başımı alıp atmak
tam tamına on beş adım.
Görmediğim yerler görürüm belki
bol bol da düşünürüm
Bakarsın tanışıveririm birileriyle
Tecrübeden ibaret değil mi hayat
Hatta dinlerim de biraz,
Huzursuz misafir olarak.
Baharın sonu mu geldi ne
Ayazda bir fena
Şaşırdı bu mevsimler, şaşırdı.
Ürkek davranır oldu bulutlar.
Sakınır cimriler
tek damlayı
tek yaşı topraktan.
Artık geç mi doğuyor güneş
Ayda bir şaşılık mı var
Yıldızlar da saklanmış.
ya da terk mi ettiler
Yalnız kaldık yalnız
sonsuz karanlığında evrenin
yalnız.
Tek bir damla ışık
süzse eşiğimden.
Avuçlarım hazır
ben toplarım karanlığı
Sen kal güneş
terk etme beni
başkalarına muhtaç yalnızlığa,
Kefaretini öderim
Sen dolaş güneş;
bulutsuz günlere
hasret kalana dek
zorum yok, beklerim.
Çağrıldığın yerde
kalma uzun vakit.
Dönmeni isteyen olmazsa hiç
Kefaretini ben öderim
Sen dolaş güneş.
Vicdanın eseri
bu kalp atışları zamanın
ve derin düşüncesinde ayazların
umutsuzdur
yol bekleyen gözler.
Yol uzanır
usanır ay beklemekten.
Gergindir ateşin parlayışı
Derin iç çekişlere hasret
Şeytan dikenleri özlemle
geç kalan yağmurları aranmaktadır.
Gün dağılır titremekten,
insan söner beklemekten.

12 Haziran 2008 Perşembe

Ay battı batacak
Ha gayret adem
çek onu yerinden
Saklar günahını
geceyi sakladğı gibi günden.
Artık gelmiyor uzaktan sesler.
Demir ağlar kadar
uzak ve erişilmezken.
Gün doğdu doğacak
Ha gayret adem.
Oturmadan tahtına
görmeden henüz aciz
çelimsiz hallerini.
Kaç kaçabilirsen.
Tepeler ardında
bozkırlara varabilirsen
yaşarsın belki.
Hatta, hatta alışırsın belkide
Başka memleketlerin sabahlarında
başkalarının kabuslarından
uyanırsın
Kalbin patladı patlyacak.
Kaç artık adem.
Anlayamadın burayı.
Bir değil her yer
Başkasını da anlayamazsın.

4 Mayıs 2008 Pazar

Yağmurlara kalsın cesaret
Tomurcuklansın ışıksız zerrelerde
ve kendini bilmez değerlerde
parçalara ayrılsın.
Çektiğimiz yeter
kahrını bir başkasının
Bulutlarıyla oynasın
hüzünlü çocuklar
Kupkuru toprağın
Zamanı diken
kaftanı giydirmiş.
Cezay ıkesen tek
İnfaz eden.
Düzeni kurmuşlar bir güzel.
Sap sarı dişlerle
ve yılgın gülüşlerle
karlı ovada dikilirler.
Sürüler geçer yol boyu
başlarında utangaç çoban
yanı başlarında
köpürmüş ağızlarıyla, köpekler.
Bu böyle sürer gider.
Yol eskir.
Gün eskir.
Vakti gelir ölür çoban ve sürüsü.
Karlı ovada fark ederler.
Zamanı diken
Zamanı kaybetmiş.
Yüzleri;
mutsuz şehirlerin limanları gibi.
Asık sıraklı reisler
hammallar
denizciler
kadın tüccarları
ve devlet şarlatanları.
Bir oda dolusu
dururlar yalnız.
Bir duvar sızdırmazlığında,
omuz omuza
ve kinayeli gözler
bıyık altı gülüşlerle
kafa kafaya dururlar.
Sevdaları bir
sormam o yüzden.
Davaları aynı satılmışlıkla
ve hiyanet içinde
Rüzgar durgun
ışık durgun
renkler uçusurken katılaşır
ve sevda yalanalrda kalır.
Onların yanına varmam
işte bu yüzden

3 Nisan 2008 Perşembe

Kayıp akıntılarla
buldum yalnızlığımı
Hüzünlü zamanları taşıyan
parça parça bulutlarla
Bekledim hep
sokak başlarında
Elim yok
uzvum bir silah
gözüm tetikte
ve aklım
gelip gidende
Bağardım sskinleştikçe
ve hisler sönüp
hayaller ölüp
bedenim döndükçe
kendini boğan siperlerde
Ağlarken buldum hep
sokak başlarında beklerken
Ve kayıp akıntılarda
yitirerek gençliği
hayvanlaştım

8 Şubat 2008 Cuma

Sessiz sedasız
dolaşmayı sever
taşlar.
Karamsar bakışlarda
Kaçışmayı.
Ağlamak ister çehreler
bulutlar çökerken
karanlık basarken.
Göz yaşları taşları
sever.
Taşlar dolaşmayı

Sevmek kaçan kuşları
Gökyüzünü örtmek
ve saklanmak hilalden
geceden..
Beklemek umutları
örtbas etmek
ve sindirmek içinde.
Kolay gelen işlere
sıvamak bilekleri.
Ve yürümek
kalabalık
bilmediğin yerlere.
Beklemekti beni
en çok hüzünlendiren.
Hiç duymayacağım sesler
ve görmediğim yüzler
bir hayal perdesinde.
Kıyısında bir ömrün
Gözlerim üzerindeyken
beklemek
avcumdaki hayalleri,
Harcanıyor bir ömür.
Ufuk kararıyor,
Bulutlar sıyrıldıkça
ve yeni günler
doğdukça,
Kendimden parçaları
Daracık mezarlarda kaybettim
ve dehlizlerinde beklemelerin
emeklerken
Kah durup
Kah söylenirken
ve uzanamadığım ışık
dalgalarda boğulurken
Beklemekti beni
en çok hüzünlendiren.

15 Ocak 2008 Salı

Eski dost deyince
Aklıma hep;
otların başında bir şehir
korkudan tir tir
saklanan yıldızlar
ve kelebek avında
kocaman adamlar gelir.
Sabah alacasında parlar
çelikler.
Ve dönen ilk teker
umudu getirir.
Taşlar usul usul
birbirlerine yanaşmış.
Güneş kaskatı havada.
Gece olur
biryerlerde.
Kapı eşiğinden bakanlar
huzurlu yatakta.
Vitrinler soğuk.
Bulutlar usul usul
birbilrierine yanaşmış.
Orak yine hazır
Zahir dolanmakta.

31 Aralık 2007 Pazartesi

Akşamları dans
Rıhtım üzerinde
Yağmur çişelerken
Arifesindeyim
seni sevmenin
ve arifesinde yaşamak
her düşü
Düşler demişken
Bazen akşamları
Rıhtımları düşünürüm
Yağmur çiselerken
Gelip geçenleri
Fark etmez
Nerede durduğum
işte o an
bir sigara tutuşturmanın
arifesinde
Seni düşünürüm

31 Ağustos 2007 Cuma

Saat on iki çeyrek
Yaşlıca olanlardan biri
Kazım
Yumrukları sıkılı
Hiddetle
ve dizginleyemediği
şiddetle sesinin
söylenmekteydi.
Öfkeli de değildi
tek bir kimseye
Hesap sormak istiyordu yalnız
değişen dünyadan.
Almıyordu aklı,
karmakarışıktı.
Ve duruyordu öğlece mağrur.
Görenler üzülürdü muhakkak
ve aldananları elbet
bu yumuşacık kalbi
tanımadan henüz
mühürlerlerdi sonsuza dek.

Kaldırmıştı dehşet içinde
ellerini havaya
ve haykırarak bırakmıştı ki
içindeki hisleri
dünyanın yalnız ayına
Dayanamadı ihtiyar
yarıldı ikiye

Saat on iki çeyrek
Asma altından çıktı mıydı
yürüyerek
eder Papaz kayası
bir buçuk saat.
Yorgundu kalbi
yürüdüğü yol az değildi
ve hastaydı da biraz
fakat
gençlikten kalma
dimdik de durabiliyordu
İstese köprü altında çevirerek
üç papellik laneti
Konuşurdu avaz avaz
ve şakalaşarak rahatlardı
ve rahatlardı
konuşarak avaz avaz.
Fakat
onun için
bildiği dünya dayanılmazdı
ve o dönerek yüzünü
acınası duruma
seçmişti haykırmayı
dünyanın en yalnız
ayına.

Düştü yarık parça.
Düştü süzülerek
Kazımın önüne.
Gece karanlık.

Saat on iki çeyrek
ve yaşlıca olan Kazım
hayret ederek
Yürüdü;
ömründe gördüğü
en saf karanlığa
çekinerek.

Önce aradı gözleri ışığı
Ardından el yordamıyla
adım adım
ve çömelerek
ve eğilerek
zorlanarak birazda
usul usul
ilerledi Papaz kayasında.

Bir el ilişti
onun kuru ellerine.
Anlamadı.
Bakındı etrafına karanlıkta.
Nereden görecek!
Akılsız kafa.

Ve saat on iki çeyrekte
çekti yalnızlığı bozanı
yaşlıca olan Kazım kendine.
Beden olmalıydı bu elin
ucunda.
Sesler de duymaktaydı.
Karşı tarafta şaşkındı.
Hissetti sıcaklığını
dokundu dudaklarına
ve güvendi,
ve o anda
yapabileceğinin
en fazlasını yaparak
sustu.

Sonra

kimse umursamadı
Kazımın başına gelenleri.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Yürür kolcu yalnız
Gözleri ufukta
   ve kayan giden dünya
Kafası karışıktır
Gönlü ferahtır
   ve aklı yalnız
       dünyayı tepetaklak bırakmaktır

Durgun toprak
   ve gök
       askıda bulutlar
       bakarlar sakin
            gözleri ufukta
Korku bir noktadır
Beden zindandır
Ufacık
       Değeri paha biçilmez
       Daha doğrusu
            ederini bilmez
       Kendince mevzu bahistir
            çevresine
                   eşe, dosta
Onlar ki terk eden
       kolcuya diş bileyen
            ve taktirlerini üzerinden
                              esirgemeyen
Seçimi artık yapamadığından
       ve ayıramadığından
                 dostu, düşmandan
Elinde çevir patlar
Yürür kolcu yalnız
Gözleri ufukta
Şehrin bir odasında
Sokağa doğru eğilen
Yalnızlığımı yaşıyorum
-Fark eder mi ki nerede-
Ve akşam alacası
geceye doğru kayarken
Düşler umutlar
aklımdayken
Ve ben tutarken
senin ürkek ellerini
Zehirli bulutlar dolaşıyordu
Gökte ileri geri
Bir militan herhal
Vurulup düşmüştü yere

İçimde bir karamsarlık
İçimde bir şüphe
Kim bilir şimdi sıra
şimdi sıra kimde
Silahlar çekilmiş
Oyun hazırdı
ve korkunç bir sağanak
yağmaktaydı
Camda yağmur damlaları
Parmaklarım üzerinde gezinir
tekinin

Dışarıda ağlaşanlar
Dışarıda ayak sesleri
ve kalbimin en derini
kırılgan
eğilip bükülen
böylesi en saf anında

Çevrede insanlar
hızlı adımlar
ve ıslak tedirginlikleriyle
Akıp gidiyorlar
Mehtap usulca kayıyor
Ellerim boşlukta
Gözlerim kurşun gibi ağır
tutamıyorum
Sessizce derinlere
dalıyorlar
Bugün yürüyorum
       Yarın konuşacağım
Ve ondan sonrasında
       Salt utanacağım
Aslında beklemekteyim
   Her yudum suda doyumda
       Her nefeste dumanla
       Çokça da düşler içindeyim
Bugün yürüyorum
   Doğru
        Yarında konuşacağım
             ve tıkıştırarak yalanları
                          laf aralarına
             derdimi anlatacağım
                          eksik, fazla
Anlayan olacak beni
        Karşı duranda
        Onlara çelme takacağım
                          İnsanlık hali elbet
        Mümkünse boğacağım
Kim derdi bizim oğlan
        gün gelip de adam olacak
Görün bakın
        çoktan adam oldum
                         Yarında düzenbaz olacağım